İndeks
 Ana Sayfa
 Editör'ün Notu
 Temel Bilgiler
 Akıllı Moleküller
 Genlerin Dünyası
 Hücre
 Deniz Biyolojisi
 Bitkilerin Dilinden
 Vahşi Çiçekler
 Mikrobiyoloji
 Virüsler
 Biyokimya-I
 Biyokimya-II
 Ekoloji
 İlginç Canlılar
 Kainatın Dengeleri
 Sözlük
 Sözlük (Geniş Kapsamlı - ENG)
 Duvar Kağıtları
 Faydalı Linkler
 E-Posta
Evrime Dair
 Önsöz
 İlkel Çorbada Neler Var?
 Fosillerin Görüşleri
 Evrimin Mutasyon Çıkmazı-1
 Evrimin Mutasyon Çıkmazı-2
 Evrimin Mutasyon Çıkmazı-3
 Kompleks Sistemler-1
 Kompleks Sistemler-2
 Bir Yanılgı Olarak Evrim-1
 Bir Yanılgı Olarak Evrim-2
 Sonuç
Kuantum Dünyası
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-1
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-2
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-3
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-4
 Kuantum Fiziği ve Determinizm-5
 Geçmişten Günümüze Kuantum-1
 Geçmişten Günümüze Kuantum-2

İstanbul

Site Grafikleri
1024 x 768 Ekran Çözünürlüğünde En İyi Şekilde Görünür.

İNDİRGENEMEZ KOMPLEKS SİSTEMLER-II




KANIMDAKİ ASKERİ BİRLİK

 Latince İmmünoloji anlamına gelen bağışıklık bilimi, baş döndüren bir karmaşaya sahip olan savunma sisteminin mekanizmalarını inceler. Bu sistemin temel elemanları ise lenfositler, fagosit (yabancı ajanı yutan) hücreler, B lenfositlerin saldıkları antikorlar (bakteri tanıyan moleküller) ve diğer hücrelerin saldıkları biyokimyasal sinyallerdir.

 Şu an bu yazıları okurken her nefes alınışınızda akciğerlerinize, veya elinize batan bir dikenden veya bir iğneden, damarlarınızda akan kana yüzlerce, binlerce mikroorganizma sürekli olarak girer. Eğer savunma sistemimiz olmasaydı vücudumuza girecek olan tek bir mikroorganizma bile tamir edilmesi güç tahribatlara hatta ölüme neden olabilecekti.

 Peki yabancı ajanlar vücuda girdiklerinde ne olur?. Savunma sistemi milyarlarca yıllık aşamalar neticesinde meydana gelmiş olabilirmi?

 Bu soruların cevabını aşağıdaki oldukça "Korkunç "yazıyı okuyarak bulamaya çalışabilirsiniz. (Eğer okumaktan başınız dönmez ise).



 ***Akademik Bilgi***:
 Antikorlar tarafından işaretlenmiş yabancı hücrelerin öldürülmesi, "tamamlayıcı" sistem tarafından gerçekleştirilir. İsminin bu şekilde olmasının nedeni, yabancı ajanlardan kurtularak antikorların hareketlerini tamamlamasıdır. Bu sistem çeşitli nedenlerden dolayı önceden değindiğimiz kanın pıhtılaşması şelalesine benzer. "Klasik yol" ve "alternatif yol" adı verilen iki sentezleme yöntemiyle oluşturan yaklaşık 20 çeşit protein içerir.
 

 Klasik Yol;

 Savaş, C1 denilen protein birleşiminin, yabancı bir ajanın yüzeyine bağlı olan bir antikora bağlanması ile başlar. C1 kompleksinin sadece bağlı olan antikoru tanıması ilginçtir. Eğer C1, kanda dolaşan bir antikora bağlanırsa, o zaman C1'lerin tümü emilecek ve düşmanlara karşı savaşmak için ortada olamayacaktır. Ya da, eğer C1, B hücrelerinin zarlarına bağlantılı antikorlarına bağlanırsa, vücudun kendi hücrelerinin ölümüyle sonuçlanacak bir reaksiyonu başlatacaktır.

 C1, 22 protein zincirinden oluşmaktadır. Bunlar üç gruba ayrıIabilirler. Bunların ilkine, C1q denir. Üç farklı proteinin, altı ayrı kopyasını, yani toplam l8 proteini içerir. Diğer iki gruba C1r ve C1s denir. Her ikisi de farklı proteinlerin her birinden iki kopyaya sahiptir. C1q'daki üç farklı tip protein, derideki kolajeni andıran özel bir aminoasit dizilimi ile başlarlar. Dizilim, üç çeşit Clq proteinine ait kuyrukların saç örgüsü gibi birbirlerine bağlanmalarını sağlar. Bu düzenleme sayesinde proteinlerden her biri bir mini kompleks içinde korunmuş olur. Protein zincirinin geri kalan kısmı ise, daha sonra saç örgüsünün en üst kısmında kompleks bir küre biçiminde katlanır. Daha sonra mini komplekslerin altı tanesi daha bir araya toplanırlar. Altı örgü ve altı baştan çıkan merkezi bir sap meydana getirmek için boylamasına birbirlerine bağlanırIar.

 Elektron mikroskopu altında incelenen C1q görüntüleri, bunun çok başlı bir canavara benzediğini göstermektedir. (Bunu bir demet laleye benzetebilirsiniz). C1q başları, antikor yabancı hücre ikilisinin oluşturduğu komplekse bağlanır. Sentez başlamadan önce en azından başlardan iki tanesinin bu komplekse bağlanması gerekmektedir. Bağlantı meydana geldiğinde, Clq'da birşeyler değişir ve bu değişiklik sayesinde Clr ve Cls, Clq'ya daha sıkı bağlanır. Bu meydana geldiğinde Clr kendisini keserek, Clr'yi oluşturur. (Aktif hale getirilmiş olan proteinlerde sayıların üzeri çizilir ve harf küçüktür, daha sonra Cls'yi keserek Cıs'yi oluşturur. Cls kesildikten sonra, yabancı hücrenin yok edilmesi için yapılması gereken çok fazla şey vardır. Cl proteinlerinin tümüne "tanımlama ünitesi" denir.

 Diğer protein grubu (C2,C3 ve C4) ise "aktivasyon ünitesi" olarak adlandırılır. Tanımlama ünitesinin tersine, aktivasyon ünitesi tek bir parçada toplanmamıştır, ve düzenlenmesi gerekir. Aktivasyon ünitesinin oluşturulmasındaki ilk aşama, CTS'nin C4'ü kesmesidir. C4, Cıs tarafından bölündüğünde, son derece reaktif bir grup (C4b) açığa çıkar. Eğer bu grup bir hücre zarına yakınsa, onunla kimyasal olarak tepkimeye girer. C4b'nin bu bağlantısı gereklidir. Böylece aktivasyon ünitesinde geri kalan proteinler, saldırgan hücreye yakın durabilecekleri bir bağa sahip olurlar. Bunun aksine, eğer C4b yanlış doğrultuya hedeflenirse veya bir solüsyon içinde etrafta dolaşırsa, o zaman reaktif grup doğru zara bağlanamadan hemen yok olur. Molekül, önce hedef zara kendisini bağladıktan sonra, Cıs ile bağlantılı olarak C2'yi iki parçaya böler. Büyük parça C2a, C4b'ye bağlı kalır ve C4b,2a'yı oluşturur, buna "C3 konvertaz" da denir. C3 dönüşümcüsü hızlı hareket etmelidir, aksi takdirde parçalanır ve C2a uzaklaşır. Eğer C3 molekülü yakınlardaysa, C3 konvertaz onu iki parçaya böler. C3b, C3 konvertaz molekülüne bağlanır ve C4b,2a,3b' yi oluşturur.

 Buna aynı zamanda ''CS konvertaz'' de denir. Aktivasyon ünitesinin son reaksiyonu ise Cs molekülünü iki ayrı parçaya ayırmaktır. Bu noktada sistem, sonunda yabancı hücreye bir bıçak darbesi vurmaya hazırdır. CS'in parçalarından biri C6 ve C7'ye bağlanır. Yapı, kendisini hücre zarına sokabilme kabiliyeti ile hayret verecek bir özelliğe sahiptir. C5b,6, 7 daha sonra C8 molekülüne bağlanır ve farklı sayılarda C9 molekülleri (l'den 18'e kadar) buna eklenir. Ancak, proteinler düzensiz bir grup meydana getirmezler. Bunun yerine kendilerini, yabancı bakteri hücresinin zarında bir delik meydana getirebilecek bir çubuk şeklinde düzenlerler. Hücrelerin içi oldukça konsantre solüsyonlar içerdiğinden, ozmotik basınç suyun hızla akmasına neden olur. İçeriye akan su, bakteri hücresini patlayıncaya kadar şişirir.

 Enfeksiyondan sonra hemen hareket edebilecek zar-saldırı kompleksinin aktivasyonu için alternatif yollar vardır. Belirli antikorların üretimini beklemeyi gerektirmez. Alternatif yolda, sürekli düşük miktarlarda üretilen C3b'nin küçük bir miktarı, faktör B denilen bir protein ile bağlanır. Bu defa bunlar C3b, B kompleksinde hareket eder. Bu kompleks, faktör D denilen bir proteinle kesilerek C3b,Bb'yi oluşturur. Bu molekül, C3 konvertaz olarak hareket edebilir. Konvertaz ile C3b üretildiğinde, C3b'nin ikinci molekülü bağlanarak (C3b)2Bb'yi oluşturur. Bu artık, C5 konvertaz olarak adlandırılabilir ve zar-saldırı kompleksini oluşturmaya başlayarak harekete geçer. C3b tamamlayıcı yolun yıkımını başlatabileceği için, etrafta dolaşması tehlikeli olan bir proteindir. Rastgele meydana gelen hasarı en aza indirmek için, iki protein (faktör 1 ve faktör H) bunu arar, bağlanır ve solüsyon içinde C3b'yi yok ederler. Ancak eğer C3b hücrenin yüzeyinde ise, o zaman başka bir proteine (properdin) bağlanır ve kendi görevini yapabilmek için C3b'yi korur. C3b ancak bir hücrenin yüzeyine bağlanabildiği zaman etkin olabilir. Gerçekleştirdiği kimyasal reaksiyonlar ise birçok bakteri ve virüsün yüzeyinde daha hızlı gerçekleşir.
***Akademik Bilgi Sonu***
 

 Bilimsel literatürlerde evrim teorisi, bağışıklık sisteminin kökeni sorusuna hiçbir şekilde cevap verememektedir.

 Parçaların aşama aşama meydana gelemeyeceklerini göstermek hikayenin yalnızca bir kısmıdır. Çünkü parçalar birbirleriyle bağlantılıdırlar. Direksiyonu, aküsü ve karbüratörü olmayan bir arabanın fazla bir işe yaramayacağı gibi, savunma sistemden yoksun bir hayvan, eğer antikor çeşitliliğini sağlayacak başka bir yöntemi yoksa, pek fazla faydalı olamayacaktır.

 Antikorlar hakkında geniş bir repertuara sahip olmak, vücuda giren yabancı maddeleri yok eden bir sistem olmadığında pek işe yaramayacaktır. Yabancı maddeleri yok eden bir sistem ise, eğer onları tanıyan bir mekanizma olmazsa bir işe yaramayacaktır. Her aşamada, sadece mantıksal sistem problemlerinden dolayı değil, tamamlanmış bütün bir sistemin gerekİiliğinden dolayı durmak zorunda kalırız.
 

Daha da İlginç Bir Durum;

 Bağışıklık sisteminin hayranlık verici özelliklerinin baş döndürücü karmaşasına şahit olduk, ancak elinizde dolu bir silahla etrafta dolaşmanın birtakım sakıncaları da vardır. Kendi kendinizi ayağınızdan vurmayacağınıza emin olmalısınız. Bağışıklık sistemi, kendisi ile dünyanın geri kalan kısmını ayırt etmeİidir.

 Bir bakteri vücuda girdiğinde, vücut neden buna karşı antikorları üretir de kan dolaşımında sürekİi hareket haİinde olan kırmızı kan hücrelerine veya antikor hücrelerinin sürekli çoğalttıkları diğer dokulara karşı üretmez? Vücut kendi başına hareket eden antikorlar ürettiğinde, durum bir facia olacaktır. Örneğin, sinir sistemiyle ilgiİi bir hastalığı olanlar, sinirlerin çevresindeki yalıtıma karşı yok edici bir etkisi olan antikorları üretmektedir. Bu durumda bağışıklık sistemi, sinir hücrelerinin etrafındaki bu izolasyonu tahrip eder ve sinir hücrelerinin kısa devre yapmasına neden olur. Sonuç ise felç gibi kalıcı bir hasardır. Genç şeker hastalarında ise antikorlar, pankreastaki B hücrelerine karşı savaşırlar ve bunların yok olmasına neden olurlar. Bu kişi artık daha fazla insülin hormonu üretememektedir. İnsülin hormonu yeterli miktarda üretilmediğinde ise, sonuç genellikle ölümdür. O halde savunma sistemi, işlemeye başladığı ilk andan itibaren vücudun kendi hücrelerinide ayırt edebilme yeteneğine sahip olmak zorundadır.



Alıntılar:

Biyokimya uzmanı Dr. Behe, evrim teorisinin bu noktada karşılaştığı güçlüğü şu şekilde dile getirmiştir;

 "Mekanizma ne olursa olsun, bir tek şeyi çok iyi biİiyoruz. Kendi hücrelerini tanıyan bu sistem, bağışıklık sisteminin varoluşunun ilk anından itibaren bulunmalıdır. Çeşitlilik, yabancı ajanı tanınma, yok etme, kendi hücrelerini koruma, bütün bunlar ve daha pek çok sistem, birbirleriyle bağlantı haİindedir. Hangi yöne dönersek döneİim, bağışıklık sisteminin aşama aşama gelişmiş olma ihtimali, birçok sebeple engellenmektedir.

 Bilim adamları gibi bizler de, bu muhteşem sistemin nasıl meydana geldiğini anlamak için can atıyoruz ancak sistemin aşırı derecede karmaşıklığı evrimci mantığı karanlığa gömmeye mahkum etmiştir."

 Gerçekten de savunma sistemini meydana getiren parçalardan herhangi bir tanesinin eksikliği sistemi olduğu gibi çökertmektedir. Bunun anlamı ise o canlının herhangi bir mikroorganizma ile enfekte olduğu anda ölmesi demektir.

 David Baltimore "Omurgalı Savunma Sisteminin Moleküler Evrimi" isimli bir dergide makalesi yayınlamış Nobel ödüllü bir biyologdur. Diğer bir makale ise iki seçkin bilim adamı savunma sistemi hakkında önerilerini sunmuşlarıdır. (Farries, T. C. ve Atkinson 1991/"Komplement Sistemin Evolüsyonu (evrimi)"/s. 295-300)

 Makalede yalnızca dikkati çeken noktalar, ortamdaki herhangi bir faktörün, sırası geldiğinde mutasyona uğrayan bir gen tarafından meydana getirilen doğru yapıya sahip kesici enzimlerle aktif hale getirildiğidir. Ancak makalede kesin verilere yani ispatlara rastlanmamaktadır. Yalnızca ihtimaller üzerinde durulmaktadır.

 Ayrıca faktörlerin çalışmasını düzenleyen mekanizmaların o anda olması gerektiğine ve gerek tetik mekanizmasına ait gerekse düzenleyici mekanizmalara ait sayısız proteinin hangi sayısız mutasyonlarla ortaya çıktığına değinilmemektedir.

 Aşırı derecede kompleks bütün biyolojik sistemler için aynı yol izlenmektedir. "Olasılıklar ve varsayımlar". Ancak savunma sisteminin evrimine dair ortaya atılacak öneriler, kanın pıhtılaşması mekanizmasının karşılaştığı devasal problemlerin benzeri ile karşılaşacaktır.

 Sonuç olarak bu aşırı derecede kompleks sistemin evrimsel bir süreç içerisinde aşama aşama meydana gelmesi imkansızdır. Buna pek şaşırmamak gerekir.
 
 Caddenin ortasında bir otomobil durduğunu varsayın. Bu otomobilin nasıl meydana geldiğini çözmek için, dünyadaki bütün mühendislerin kendine göre bir tez ortaya atığını varsayın. Ortaya atılan hangi tez bu otomobilin tesadüflerle meydana geldiğini ortaya koyabilir?

 Biyolojik sistemler bir otomobilin yapısından çok daha karmaşıktır. Bu yüzden hiç kimse bu kompleks sistemlerin nasıl meydana geldiğini hiçbir şekilde açıklayamamıştır.


 

KİTAPLARIMIZDAKİ NÜKLEOTİDLER

 Lise ve ortaokul kitaplarında hücrenin yapısını en genel manasıyla okumuşuzdur. Hücre enerji kaynağı olarak ATP adı verilen bir molekülü kullanır ve bu enerji kaynağı ile hücrede gerekli olan diğer moleküllerin sentezi yapılır. Sentezi yapılan bu moleküllerden en tanınanı, DNA'nın yapıtaşlarından birisi olan AMP (Adenin-1-fosfat)dir.

 Biliyoruz ki AMPler hücrenin sitoplazmasındaki sayısız enzimlerin yardımıyla üretilirler ve daha sonra DNA veya RNA replikasyonunda yapı taşı olarak kullanılırlar. Kitaplarda nükleotid metabolizması bu şekilde genellenmiştir.

 Bazı bilim adamları, ilkel çorbada RNA'nın kendini kopyalanması (her nasıl olduysa) için nükleotidlerin ortamda "tesadüflerle" meydana geldiğini söylerler (zaten başka bir seçenek yoktur).

 Tesadüfen ilkel çorbada var olduğu ileri sürülen meşhur nükleotidlerimizin hücrede nasıl sentez edildiğini öğrenmek ister misiniz?

 Eğer kan pıhtılaşması ve savunma mekanizması yazılarını anlamak için insan üstü bir gayret sarfetmişseniz (ve hala netleştiremediyseniz), bu bölüme yalnızca bir göz gezdirmeniz tavsiye olunur. En azından karmaşanın boyutunu hakkında fikir edinirsiniz!

 Sıkı durun!

 Şu an vücudunuzdaki 70 trilyon hücreden yalnızca 1 tanesinin içerisinde bulunan binlerce molekülden sadece 1 tanesi olan "Adenin Nükleotidi"nin sentezi başlıyor;

 

 ***Akademik Bilgi***:  Bir ev inşaatı yapacaksanız enerjiye ihtiyacınız vardır. Bazen enerji, sadece işçilerin kol kaslarındadır, bazen de bu enerji buldozerler veya beton pompaları için gereklidir. Hücrenin de AMP'yi sentezlemesi için enerjiye ihtiyacı vardır. Hücrenin enerjisi ayrı paketçiklerden gelir. Bunlara "'enerji topu"olarak düşünebilirsiniz. Bunları, kaslara enerji veren çikolata parçaları, makineleri çalıştıracak benzin varilleri olarak düşünebilirsiniz. ATP ve GTP olarak adlandırabileceğimiz farklı enerji topları bulunmaktadır.

 Bir evin yapımı nasıl temelden başlarsa, AMP sentezi de temelden başlar. Temeli oluşturan diğer karmaşık molekülün sentezine deyinmeyeceğiz. Bu molekül bir dizi atom halkasından oluşur ve yapısında dört karbon ve bir oksijen bulunur. Üç karbon halkasına oksijen atomları bağlıdır. Zincirdeki dördüncü karbon halkasına da başka bir karbon bağlıdır ve ona bağlı bulunan oksijene de, üç oksijeni olan bir fosfor atomu bağlanır. AMP sentezinin ilk aşamasında, iki fosfor atomu ve altı oksijen atomundan oluşan bir grup Enzim-1 tarafından transfer edilir. Bunlar, temel molekülün bir oksjenine bağlanarak Aracı-2'yi oluşturur. Bunun gerçekleşmesi için de bir enerji topu gerekmektedir. Aracı-2 de AMP ve diğer birçok molekülün sentezlenmesinde başlangıç noktası olarak bulunur. Sonraki aşamada Enzim-2, glutamin aminoasitinden bir azot alır ve onu daha sonra karbon halkasına yerleştirerek Aracı-3'ü oluşturur. Aynı aşamada önceden bağlanan fosfor/oksijen grubu, son aşamada dışarı atılır. Kafanızda daha rahat canlandırabilmeniz için temel moleküle F diyeceğiz

 İlk noktada F harfine bağlı bir azot atomu bağlanmıştır. Azot atomlarını beyaz, karbon atomlarını siyah ve oksijenleri ise gri olarak hayal edin. Son ürün AMP'yi oluşturacak atomların, bağlanma sıralarına göre numaralandırıldığını varsayın. Enzim-2'nin yol göstermesiyle, Glycine adlı aminoasit (bir karbona bağlı azot atomunun, başka bir karbon ve iki oksijen atomuna bağlanmasıyla oluşur) gelir ve Aracı-3'ün karbon atomlarından birine ait azota bağlanır. Bu da ATP enerji topunu kullanır. Bu işlem sırasında iki oksijenden birine bağlı olan 2. karbon dışarı atılır. Bu noktada molekül, sanki rüzgarda dalgalanan bir kuyruğu var gibi görünmektedir. Ortaya çıkan son ürün AMP ise çok farklı görünecektir, temele bağlı iki sert ve birleşik bir halka gibi. Bulunduğumuz yerden oraya gelmek için molekül doğru yolu izleyerek kimyasal olarak hazırlanmalıdır. Sonraki aşamada ise, iki oksijenin bir karbona bağlanmasından oluşan ve formik asit içeren bir molekül (buradaki iyon format) Aracı-5'i oluşturmak üzere Aracı-4 ve 4. azot ile bağlanır. Bu sırada formata ait oksijenler serbest kalır. Doğal olarak format aktif değildir ve hazırlık yapması için diğer moleküllere bağlanması gerekir.

 Biyokimya kitaplarından birisi, ilkel çorbada ortaya çıkacak olan bu sorunu şöyle dile getirmektedir ;

"Format fizyolojik koşullar altında tepkimeye girmez ve etkin olabilmesi için aktif hale getirilmesi gerekir. Buradaki temel nokta (TFP), formaldehid ve formatı kimyasal olarak dengeli bir ortamda tutmaktır, böylece hücreye zarar verecek tepkimeler ortaya çıkmaz ve belirli enzimlerin faaliyeti için uygun bir ortam oluşur."

 Bu alıntıda görüldüğü gibi format, solüsyon içinde yüzen bir madde değildir. Öncelikle B vitamini olan folik asidin kuzeni sayılabilecek THF adlı vitamine bağlanır (vitaminin nasıl sentezlendiğini sakın sormayın !). Bu da bir enzim ile vitamine bağlandığında (yine ATP gibi bir enerji topu gerekmektedir), format tepkimeye hazır hale gelir. THF-format kompleksi ise, Enzim-4 tarafından yönlendirilmedikçe kesinlikle Aracı-4 ile birleşerek Aracı-5'i oluşturmaz. Eğer tepkimeye hazır durumda olsaydı hücrenin içinde yüzecek ve karşısına çıkacak uygun bir maddeyle birleşecek ya da çözünecekti. Sonuçta AMP sentezi de tamamıyla karışacaktı.

 Fakat bu gerçekleşmez, çünkü kılavuz enzimler her aşamayı yönlendirerek doğru ürünlerin elde edilmesini sağlarlar. Bundan sonraki adım ise Aracı-4'e ait 2. karbona bağlı oksijen atomunu, bir azot atomu ile değiştirmektir. Bu molekülü amonyak ile karşılaştırdığımızda istenilen sonuç elde edilecektir fakat hücrenin üzerine amonyağı öylece atamayız çünkü istenilmeyen maddelerle de tepkimeye girebilir. Bu nedenle ihtiyaç duyulan azotu yerleştirebilmek için aminoasitin bir parçası kullanılır. Enzim-4'ün gözetimindeki glutamin, Aracı-4'e yaklaşır ve böylece ona ait ilk aminoaside bağlanma imkanı doğar. Enzimlerin tepkimeleri kataliz etme becerisi sayesinde, azot aminoasitten kopar ve oksijen Aracı-5 'ten ayrılır. Böylece Aracı-6'yı oluşturmak için azot yerini alır. Bu aşamada da ATP enerji topu olarak kullanılır. ***Akademik Bilgi Sonu***


 Ne yazık ki derin bir nefes alamayacaksınız Çünkü buraya kadar olan kısım AMP üretiminin ilk basamağıydı. Bundan sonraki reaksiyonlar ise AMP sentezinin tamamlandığı 2. bölümü oluşturmaktadır.

 Devam edelim (Gücümüzün yettiği kadar!)
 

 ***Akademik Bilgi***:  Bir AMP molekülünün inşası için bir sonraki aşama, son aşamadaki uygulamanın benzeridir. Tekrar bir azot atomu alacağız ve onu bir karbona bağlanmış olan oksijen atomunun yerine koymak için kullanacağız, bu aşamada da tekrar ATP enerji topu kullanılacaktır. Ancak bu defa dışarıdan bir azot getirmek zorunda değiliz. Bunun yerine 1. azotu kullanacağız, bu da zaten molekülümüzde önceden vardı. Temel moleküle yerleştirilen bu azot, birkaç adım önce fosfor ve oksijen grubunu devreden çıkarmıştı, şimdi ise tekrar sahneye gelir. Zincirde son sırada bulunan oksijen atomunun yerini alır. Ama daha önceki aşamada aminoasitlerden gelen azotun tersine, bu azot diğer atomlarla bağlarını koparmaz. Aracı-7 'de yeni bir bağ kurar. Bu düzenlemedeki ilginç nokta, azotun bir atom halkası oluşturmasıdır. Halkanın beş üyesi vardır ve iki grup buna yapışık durmaktadır. İlk grup, son adımda tanıtılan 6. azot ikinci grup ise temel moleküldür.

 Bir kutu sodayı çalkalayıp kapağını açtığınızda, genellikle dışarı püsküren sıvı bizi ıslatır. Bu püskürmenin nedeni, sıvının içinde erimiş halde bulunan karbondioksit gazının aniden serbest kalmasıdır. Bazı karbondioksitler aynı zamanda hücresel sıvılar içinde de erir (buna rağmen hayvanlar çalkalandıklarında genellikle köpürmezler) ve biyokimyasal reaksiyonlarda kullanılabilirler. Bu canlı için avantaj sağlar, çünkü AMP sentezinin sonraki aşamasında karbondioksit gerekmektedir. Reaksiyonda gaz molekülü (aslında suyla birleşmiş benzeri bikarbonat) Enzim-7 tarafından 3. karbona yerleştirilerek Aracı-8'i oluşturur. Bu aşamada ATP enerji topu olarak devreye girer. Şimdi bir amonyak molekülü daha eklemek gerekmektedir. Bu aşamada aynı şekilde ATP enerji topu kullanılacaktır. Geçen sefer amonyağın eklendiği gibi, bu molekül solüsyonda serbest durumda bulunmamaktadır (karbondioksit ise böyledir), bir aminoasit tarafından verilecektir. Fakat bu defa aspartik asit olarak adlandırılan aminoasit bu bağışı yapar. Ve bir hareketle Aracı-8 ile tepkimeye giren azot aminoasitten ayrılmaz, istediğimiz azotu elde ettiğimiz gibi, aynı zamanda bir de istemediğimiz bir dizi atom Aracı-9'a bağlı durumda bekler. Hemen Enzim-9 bu istenmeyen birikmeyi ortadan kaldırır ve yalnız gereksiz kısmı keserek atar.

 Sonuçta ortaya, yarı tamamlanmış Aracı-10 molekülü çıkar. Yine bir vitamine bağlı, aktif durumdaki başka bir molekül, Aracı-10'daki 6. azot'a bağlanarak Aracı-11'i oluşturur. Bundan sonraki adımda ise Enzim-10, 8. azotu yönlendirerek, onun yeni bağlanan parçadaki oksijeni dışarı atmasını sağlar. Böylece 9. karbona bağlanır ve Aracı-12 oluşur. Tepkimeye giren azot, ilk adımda bağlandığı karbondan kopmadığı için reaksiyon başka bir halka daha oluşturur. Aracı-12'nin birbirine geçmiş iki halkası sert ve önceki atom halkalarındaki gibi gevşek değildir. Bu aşamada oluşan altı üyeli halka, birkaç aşama önce oluşan beş üyeli halka ile benzerlikler taşır. Çünkü son adımdaki kimyasal reaksiyon, bir önceki ile çok benzerdir. Fakat bu iki adım birbirine çok benzese de, iki farklı enzim tarafından katalize edilirler. Bunun nedeni, sentez sırasında molekülün şeklinin değişmiş olması ve enzimlerin de çoğunlukla şekil değişikliklerine karşı son derece hassas olmalarıdır.

 Aracı-12, aslında IMP adında bir nükleotiddir ve bazı biyomoleküllerde kullanılır (örneğin, belli bir protein sentezinde kullanılan RNA, bir miktar IMP içermektedir). Bir önceki adımda olduğu gibi, Enzim-12 aspartik asit aminoasidine ait bir molekülü altı üyeli halkaya ekler ve oksijeni dışarı atarak, moleküle azot atomunun gelmesini sağlar. Bu da Aracı-13'ü oluşturur. Bu aşamada da enerji topları kullanılmıştır fakat bu sefer ATP değil, bunun yerine GTP molekülü kullanılmıştır. Yine geçen sefer aspartik asidin bağlandığında olduğu gibi işe yaramaz bir parça oluşur. Hemen Enzim-9 geri gelir (sentezde iki kez kullanılan tek enzimdir) ve gereksiz kısmı keserek geriye sadece ihtiyaç duyulan azot atomunu bırakır.  ***Akademik Bilgi***

Nihayet bitti. Sonunda elimizde bir AMP bulunmaktadır. Bu molekül, DNA ve RNA'nın sentezi için gerekli olan "yapı taşlarından" yalnızca bir tanesidir.

 Bütün bu maceranın sonucunda öğrendiğimiz gerçek şudur;

 Bu sistemin tesadüfen ilkel çorbadan sıyrılmasını düşünmek, masallar diyarına yolculuk etmek demektir. Bu aşırı derecede karmaşık mekanizmanın prebiyotik ortamda (hücre dışı ilkel çorbada) meydana gelmesi bilimsel ve mantıksal olarak imkansızdır.

 

 Alıntı:

 AMP ve daha sonraki aşamalarda tesadüfen ATP oluşumunun ne derece imkansız olduğu, bir paragrafta şu şekilde dile getirilir;

 "Stanley Miller, basit moleküllerden adenin sentezlenmesinin kolaylığından oldukça etkilenmişti, fakat hücre böyle basit sentezlerden kaçınır. Aslında (resmi kimyasal isimleriyle) "Riboz-5-fosfat", glutamin, aspartik asit, glisin, N(lO)-formyl- THF, karbondioksit ve ATP ile GTP gibi enerji paketleri, AMP sentezinde kullanılan moleküllerin tamamı suda çözünerek eritilirse, ve çok uzun bir süre bu karışım bekletilirse (binlerce veya milyonlarca yıl) hiçbir zaman bir AMP elde edilemez! Eğer Stanley Miller bunları karıştırıp yine bekleseydi, sanırım büyük bir hayal kırıklığına uğrardı."
["İlkel Şartlarda Adenin Sentez Mekanizmaları" / Oro,J-1961 / syf. 191 ve "Yaşamın Kökeni ve RNA Evolüsyonu" Joyce, G.F. - 1989 / syf. 338]

 İstanbul'dan Ankara'ya gitmek için yalnızca ayakkabıya ihtiyacımız vardır. Fakat İstanbul'dan Amerika'ya gitmek için, ayakkabıdan daha fazlasına ihtiyaç duyarız, ancak bir gemi ile Amerika'ya gidebiliriz. İstanbul'dan Mars'a gitmek için yüksek teknolojiye, roketlere muhtaç kalırız. Aynı şekilde hücrede AMP sentezi için çok yüksek bir teknoloji gerekmektedir. Bunlar da sentezin her aşamasında rol oynayan enzimlerdir. Bu enzimler olmaksızın AMP elde edilemez.

 Buradaki önemli nokta şudur;

 AMP ve ATP, laboratuvarlarda özel sentezleme metodlarıyla elde edilebilseler de, bu yöntemler hiçbir zaman ayakkabılardan roketlere giden biyolojik yolu ilkel çorbalar ile açıklayamaz.



 İlkel Çorbadaki Meşhur Reaksiyonlarımız A --> B --> C --> D Efsanelerine Dair:

 A bileşiğinin, B ve C aracıları tarafından D bileşiğine dönüştürüldüğü bir metabolizma sentezi olarak düşünün. Bu tepkimeler aşamalı olarak evrimleşmiş olabilir mi?

 Eğer A, B ve C hücre için gerekli olan bileşiklerse, ve aynı zamanda B, C veya D başlangıçtan itibaren gerekli değilse, bu durumda yavaş bir gelişmeyi normal karşılayabilirdik. Hücre A maddesini aşamalı mutasyonlar sonucu oluştururken, fazladan B bileşiği oluşmuştur. Eğer B'nin hücreye bir zararı yoksa, belki de zamanla yapacak bir şeyler bulmuş olabilir. Böylece senaryo tekrarlanır ve rastgele bir mutasyon sırasında hücre B maddesinden C'yi üretir ve daha sonra C için yapacak bir iş bulunur ve bu böylece gider.

 Ne var ki, D maddesinin en başından itibaren gerekli olduğunu düşünelim. Mesela AMP yeryüzündeki hayatın devamı için gereklidir. DNA ve RNA sentezlerinde kullanılır ve aynı zamanda başka önemli moleküllerin üretiminde de gereklidir. Belki AMP gerektirmeyen bir canlı organizmanın var olması mümkün olabilir, fakat bunun nasıl olabileceği konusunda hiçbir fikrimiz yok.

 Zaten Darwin'in evrim teorisinin ana problemi de burada yatıyor. Eğer hücrenin içinde sadece karmaşık biyosentetik bir sentezin sonucunda oluşan madde kullanılıyor olsaydı, bu sentezin evrimleşme aşamaları ne olabilirdi? Eğer A, B ve C maddeleri sadece D'yi oluşturmak için varsa, organizmanın sadece A maddesini üretmesinin ona ne faydası olabilir? Ya da, A maddesini üretiyorsa, B yi ne amaçla üretebilir?

 Eğer hücre AMP molekülüne ihtiyaç duyuyorsa, bu durumda Aracı-3,4 veya 5'i üretmesinin ne anlamı olabilir?

 Aracı maddelerin bir işe yaramadığı metabolizma olaylarının varlığı, Darwin'in evrim teorisine bir meydan okumadır !. Aynı mantık AMP için de geçerlidir, çünkü hücrenin hiçbir alternatifi yoktur.

 "AMP molekülü hayatın sürekliliği için gereklidir. Hücre ya hemen AMP üretir, ya da ölür."

 

 Alıntı:

 Thomas Creighton adında bir bilim adamı bu paradoksu şu şekilde dile getirir:

 "Aminoasitlerin, nükleotidlerin, şekerlerin, ve bunu gibi yapıtaşlarının biyosentez yöntemlerinden bahsedilirken evrimciler bunların zaten ortamda bulunduğunu varsayarak hareket ederler. Ancak bu maddelerin ilkel çorbada var olması bir hayaldir. Ayrıca organizmaların sayıca arttıkça bu maddelerin ortamdaki miktarı azalma göstermez miydi? Bu senaryoya göre metabolizma sentezlerinde ortaya çıkan enzimlerin, modern bilimin ortaya çıkardığı yönün tam aksi yönde gelişmiş olması gerekir " [Creighton, T. (1993) "Prtoeinler: Strüktürler ve Moleküler Aşamadaki Hazırlıklar" / syf. 131]

 Dr. Behen'in yorumu ise şu şekildedir;

"A ve B ile diğerlerini nasıl elde edebiliriz? Çorbanın içinden tabii ki. Fakat burada ilginç bir gerçek, A --> B -->C --> D sentezinde kullanılan temsili harflerin yerine hiçbir zaman gerçek kimyasal maddelerin adları konmamış olduğudur.

 İnsan kendi hayal gücünü kullanırsa çorba benzeri bir karışımın içinde C maddesinin serbestçe dolaştığını ve sonra bir şekilde D'ye dönüştüğünü umabilir, fakat Aracı-13 olarak adlandırılan "Adenil süksinat " maddesinin AMP'ye dönüştüğünü hayal etmek biraz daha zor olacaktır. Hatta Aracı-8 olarak adlandırılan "Karboksiaminoimidazol Ribotide" maddesinin ilkel çorbada kendi halinde, "5-Aminoimidazol-4-(N-Süksinil Karboksi Amid Ribotide) (Aracı-9) maddesine dönüşmesini beklemek ise hayal gücü sınırlarını iyice zorlamak demektir.

 Bunlara inanmak gerçekten çok zor, çünkü kimyasal maddelerin gerçek adları kullanıldığında, bunları üretebilecek gerçek isimlerin kullanılması gerekir. Fakat hiç kimse bunu yapmamıştır." [Darwinin Kara Kutusu/s. 157]
 


 KOMŞUMUZUN BAHÇESİ

 Komşumuzun bahçesine bitişik çukurumuza geri dönelim. Komşumuz bize küçük bir çukurun üzerinden atladığını söylemişti ve bizlerde komşumuza inanmıştık. İşte bu esrarengiz komşumuz olan Darwinin, küçük sıçramalarla açıklamaya çalıştığı çukurun genişliği, ancak "Helikopterle" aşılacak derecede büyümüştür. Artık komşumuza inanmıyoruz.

 Buraya kadar anlatılan biyokimyasal mekanizmaların milyarlarca yıllık bir süreç içerisinde aşama aşama meydana gelmesi imkansızdır. Bu sonuca varmamıza bilimin kendisi yardımcı olmuştur. Evrim teorisi ortaya atılmıştır, ancak defalarca çürütülmüştür.

 Yeryüzünde canlılığın nasıl başladığı sorusuna iki şekilde cevap verebiliyorduk. Birinci şıkkımız olan "Evrim teorisi" elenmiş durumda.

 İkinci şıkkın yanıtı için DNA kaşifi Francis Crick şu yorumu yapar;

 "Yeryüzünde hayat, dünya dışı zeki yaratıkların dünyaya gönderdiği biyolojik roketler neticesinde başlamış olabilir, yani hayat bir tür tomurcuklanma ile başlamış olabilir."


 

<<< 1. Bölüm


 


Yukarı Çık

Ana Sayfa | Editör'ün Notu | Sözlük | Duvar Kağıtları | Linkler

 

instagram.com/ahmet.eksik

biyolojidunyasi@hotmail.com